Warning: Use of undefined constant style - assumed 'style' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/bmert/bmert.net/wordpress/wp-content/themes/typebased/functions.php on line 240

Evde süper biftek pişirme

Dışarıda 20-30 kaada satılan cinsten bir et ziyafetini bir kaç önemli noktaya dikkat ederek evde hazırlayabilirsiniz. İhtiyacımız olan önemli şeylerden biri dökme demir tava. O yüzden önce bununla ilgili yazıma göz atabilirsiniz. Biftek etin kesimine verilen ad. Genellikle ızgara, kızartma ya da fırınlama amacıyla etin dilimler halinde kesilmiş hali. Antrikot, kontrfile, bonfile gibi etin yumuşak kısımları kullanılıyor. Bunlar dananın sırt kısmında bulunuyor ve hayvancağız tarafından fazla kullanılmadığı için yumuşak oluyor. İçinde bulundurduğu yağ miktarı ve yağın dağılımı etin kalitesini belirliyor. Et içindeki yağ çizgilerine yazı (marble) deniyor. Bunlar pişirme sırasında eriyip etin yumuşak, sulu ve güzel aromalı olmasını sağlıyorlar. Bu bağlamda en kıral bifteklik et antrikot olarak biliniyor. Ardından kontrfile geliyor; bu biraz daha sert. Onun da artdından bonfile geliyor. Bonfile genelde etin en nadide kısmı olarak bilinir. Yumuşaklık açısından bu doğru. Ancak yağ dokusu zengin olmadığından ızgaralık biftek olarak çok değerli değil. Yine de benim birinci tercihim bonfiledir. Çünkü etin yağını yiyemem, ayıklamaya uğraşmak da tam bir işkence. Bonfile ise bildiğin löp et. Bunun dışında t-bone v.b. farklı kesimler de var. Hatta bonfile de kendi içinde farklı bölgelere ayrılıyor. Şimdilik fazla detaya boğulmayalım.
Damak zevkinize uygun parçayı iyi bir kasaptan satın alın. Etin canlı kırmızı olması ve ele alındığında kendini salmaması gerekiyor. Üzerinde kahverengi lekeler varsa biraz fazla beklemiş demektir. Bir de süt dana diye bir olay var. Bunlar normal danadan daha yumuşak ve lezzetli oluyormuş. Bunun rengi ise pembe olmalı. Eğer büyük market v.b. bir yerden alıyorsanız önceden kesilip paketlenmiş etleri tercih etmeyin. Kasap reyonuna gidip kendiniz kestirin. Diğer bir önemli konu dilimlerin kalın olması gerektiği. Bu biraz Amerikan tarzı sanırım, ama asıl lezzeti bu şekilde alıyoruz. Türkiye’de biftek 1 cm veya daha ince olarak dilimleniyor. Bizim alacağımız dilimler ise ortalama 2,5 – 3 cm kalınlığında olmalı. Bu konuda dikkatli olun, çünkü kasaba bu isteğinizi özellikle belirtmenize rağmen anlam veremeyip yine ince dilimler kesebiliyorlar. Ayrıca eti dövdürtmeyin ve üzerine bastırtmayın. Eline et dövme aparatını alan kasaba “yok dövmeyin” demem üzerine sevimli bir şekilde “tamam, şöyle bastırırsam olur o zaman” diye etin üzerine abanması hiç aklımdan çıkmıyor. İşte bir süt dana bonfile örneği:

BonfileŞimdi bunu ne kadar pişireceğinize karar verin. Normalde kara kuru bişey olana kadar pişiririz ama bu bifteklik ete verdiğimiz paranın ziyan olması demekmiş. Yumuşak ve sulu kalmasını sağlamak için en fazla orta-iyi derecede pişirilmesi öneriliyor. Bu camiada tam pişmiş ete ziyan gözüyle bakıyorlar :) Açıkçası orta-iyi pişmişte bile benim psikolojim bozulabiliyor, ama usulüne uygun olsun diye katlanıyoruz, napalım. Pişirme dereceleri temel olarak şu şekilde:

  • Az pişmiş (rare): Etin yüzünü tavaya göstermek… Ortası kırmızı ve hatta soğuk! Her iki tarafı 1’er dakika pişirmek yeterli.
  • Orta (medium): Ortası kırmızı ama sıcak
  • İyi pişmiş (well done): Komple kahverengi

Bir çok yer bunların arasındaki dereceleri de size sunuyor:

  • Orta-az (medium-rare): Az pişmişten hallice, ortası ılık.
  • Orta-iyi (medium-well): İyi pişmişe yakın, ama ortası pembe. Bana ve çoğu insan evladına uyan seçenek bu oluyor.

Siz de az pişmiş istemiyorsanız fırını 210 dereceye falan ısıtmanızda fayda var. Bazıları fırına hiç koymadan ocak üzerinde pişirmeye devam etmek gerektiğini söylüyor ancak bunu henüz denemedim; pişmez de dışı yanar diye korktum.

Pişirmeden önce eti tuzlamanız gerekiyor. Bunun eti sertleştireceği bilgisi burada geçerli değil. Tuz, etin içindeki bilmemneleri yüzeye çekerek dışarıda daha iyi bir çıtır tabaka oluşmasını sağlıyor. Bu çok önemli. Çok yüksek sıcaklığa ihtiyaç duymamızın temel sebebi de bu çıtır tabakayı oluşturmak. Buna “mühürleme” deniliyor. Bu sayede etin suyu içeride hapis kalıyor. Ben bu kısmına pek inanmadım ama sonuç başarılı :)
Bu arada kullanacağınız tuz da önemli. Ecnebi sitelerinde mutlaka “koşer tuz” diye bir tuz kullanıyorlar. Koşer yahudiler için helal anlamına geliyor. Koşer tuz iri, yassı taneli ve katkı maddesi içermiyor. Bu haliyle etin yüzeyine daha iyi sirayet ediyor. İstanbul’da yaşayan Yahudi arkadaşlarıma sordum ama dini olaylarla pek alakaları olmadığı için yardımcı olamadılar. Sonuç olarak bu tuzu bulamadım. Ama bunun yerine deniz tuzu kullanabiliyoruz. O da aynı özellikleri taşıyor. Belki de aynı şeydir. Aktardan veya bazı dükkanlardan deniz tuzu bulabilirsiniz. Bunu öğütüp kullanın. Bu arada sadece biftek pişirmek için değil, tüm yemeklerinizde bu deniz tuzunu kullanın. Normalde kullandığımız rafine sofra tuzu çok zararlıymış ve katkı maddeleri içeriyormuş. Deniz tuzu ise katkısız ve yararlı mineraller içeriyor. Tabii sonuçta o da tuz. Fazlası zarar.
Neyse, etin üzerine tuzu bolca serpin. Bir de taze çekilmiş karabiber dökebilirsiniz. Ben hemen hemen her tarifte karşıma çıkmasına rağmen karabiberi pek sevmediğim ve tavada yanıp duman çıkaracağı için kullanmıyorum. Son olarak eti riviera veya daha hafif zeytinyağıyla yağlayın. Antrikot veya kontrfile için bu şart değil. Bonfile ise nispeten kuru olduğu için yağlamak iyi olabilir.
Pişirme sırasında çok yoğun duman oluşacak. Pişirmeye başlamadan önce aspiratör gibi bir şey varsa son gücünde çalıştırın. Açılması gereken camları açıp kapatılması gereken kapıları kapatın. Yangın alarmı varsa bi şekilde etkisiz hale getirmeyi düşünebilirsiniz. O derece yani.
Dökme demir tavayı yüksek ateşte 10 dakika kadar ısıtın (tavayı yağlamayın). Üzerine küçük bir damla su bıraktığınızda bunun yarım saniyede falan cozurdayarak buharlaşması gerekiyor. Veya elinizi tavanın üzerine yaklaştırdığınızda 1-2 saniyeden fazla dayanamayacağınız bir sıcaklık olmalı.
Eti dikkatlice tavaya yerleştirin ve yerinden oynatmayın. Zaten ilk başlarda tavaya yapışabilir, sakın zorlamayın. Yeterince piştiğinde kolayca oynatabiliyor olacaksınız. İki dakika dokunmadan pişirdikten sonra diğer yüzünü çevirip onu da iki dakika pişirin ve hemen tavayla beraber fırına atın. Bu arada “eti pişirirken ne kadar fazla çevirirsen o kadar lezzetli olur” teorisi de geçersiz kalıyor. Tariflere göre sadece bir kez çevirerek pişiriyordum ama geçen gün kasap kare şeklinde ızgara izi oluşturusam daha iyi olacağını söyledi. Ben de fırına atmadan önce birer dakika daha çevirip pişirerek o izi oluşturdum. Ha bir de etin yanlarını da mühürlemek gerektiğini söyleyenler var. Bilmiyorum…

Tavada bonfileBu aşamada tat katsın diye üzerine bir parça tereyağı koyabilirsiniz. Beş dakika kadar fırında pişirin. Bu süreden emin değilim, kendinize göre ayarlamanız gerekiyor. Bifteği tam gerektiği kadar pişirmek tecrübe isteyen bir iş. Bu iş için yapılmış, ete batırılan termometrelerden kullanıp işi sağlama alabilirsiniz. Ben elle kontrol etmeyi tercih ediyorum. Ne delicem eti ortasından. Etin ortasına bir bıçak v.b. yardımıyla bastırdığınızda yumuşacıksa ve yavaş yavaş geri geliyorsa ortası henüz kırmızı demektir. Tamen sertleşmişse ortası tam (ve gereğinden fazla) pişmiş demektir. Sık sık kontrol ederek ikisi arasında bir noktada eti fırından alın. Yerken istediğinizden daha az pişmiş olduğunu görürseniz biraz daha pişirebilirsiniz. Ama istediğinizden çok pişmişse yapacak bişey yok. Bu arada pişirme aşamasında eti kesmemeniz veya delmemeniz gerekiyor. Bu yine etin suyunun kaçmasına neden olacaktır.
Pişirme işleminde sonra eti mutlaka dinlendirmemiz gerekiyor. Çok sıcak etin içerisindeki su, buhar halinde bulunur. Kestiğiniz zaman uçar gider, sizin et de yine kuru olur. Eti başka bir tabağa (tercihen ısıtılmış) alıp üzerini folyo ile hafifçe örtün ve en az beş dakika dinlenmeye bırakın. Bu sırada etin içindeki su tekrar sıvı hale dönecektir. Tabakta biriken suyu etle birlikte servis etmek üzere sos yapımında kullanabilirsiniz. Örneğin bu suyu tavaya geri alıp, üzerine biraz soya sosu, varsa bir kaç damla balzamik sirke ekleyerek bir taşım pişirin. Bunu servis tabağına almış olduğunuz etin üzerine ve süsleme amacıyla tabağa dökün.

Pişmiş bonfile

Pişmiş bonfile

Pişmiş Bonfile ve salata

Pişmiş Bonfile ve salata

Döküm demir tava

Ikea dökme demir tavaBi kaç ay önce Ikea’da her yanı demirden, tek parça halinde, oldukça ağır bi tava gördüm. Nedense çok ilgimi çekti ama öylece bakıp geçtim. Daha sonra arada bir onu düşünür oldum :) Bi kaç hafta sonrasında tekrar gidip gördüğümde de aldım. Nasıl bir maceraya atıldığımı henüz bilmiyordum. Dolayısıyla ilk pişirme denemem kötü oldu. Oysa ben ona güvenmiştim. Böylece araştırmaya başladım. İşte öğrendiklerimin özeti:
Bu tavaların özelliği normal tavalardan daha fazla ısınabilmeleri, bu ısıyı eşit dağıtmaları ve koruyabilmeleri. İçinde istediğiniz herşeyi pişirmek mümkün. Evinizde restoran kalitesinde biftek pişirmek istiyorsanız mutlaka böyle bir tavaya sahip olmanız gerekiyor. Ocaktan alıp direkt fırına koyulabilme özelliği var. Sapı çöpü yok. Komple demir. Fiyatlara gelecek olursak 20 TL’ye de 250 TL’ye de bulmanız mümkün. Markasına ve malzemenin kalitesine göre değişiyor. Bu kısmını henüz çok araştırmadım, elimdekilerle uğraşıyorum.
Esse tavaBu emaye kaplı bir model. Bu ay sonuna kadar Esse mağazalarında %50 indirimli fiyatıyla 37,5 TL’ye bulmak mümkün. Temizliği falan daha kolay. Emaye kaplı olması özelliğinden birşey kaybettirmiyor ama o orijinal dökme demir “hissini” yaşayamıyorsunuz :) Günaydın ve dükkan gibi seçkin kasaplardan 120 TL’ye daha harbi bir modelini almak mümkün.
Başka bir tava
Ayrıca daha “marka” ürünler satan bir ithalatçı da şu.
250 TL

Kurulum

Bu aleti satın alıp, yıkayıp kullanamıyorsunuz (emaye kaplama modeller hariç). Önce kullanıma hazır hale getirmeniz lazım. Bu işleme “seasoning” deniyor. Önceden bu işlemden geçmiş olarak satılan ürünler de var (pre-seasoned). Alırken dikkat ediniz. Kendi tavama hayat vermek benim çok hoşuma gitti.
Öncelikle tavanızı sabunlu veya sıvı deterjanlı sıcak suyla ve yumuşak bir bulaşık süngeri yardımıyla güzelce yıkayın. Bunu sadece ilk başta yapıyoruz. Bi daha tavaya sabun – deterjan değdirmek yok! Akabinde tavanın her yerini “tütme noktası” yüksek bir yağla kaplayın. Tütme noktası, yağın yanmaya başlayıp duman çıkardığı ve zararlı hale geldiği sıcaklık derecesi. Kanola yağı bu iş için Türkiye’de bulabileceğimiz en iyi yağ sanıyorum. Paksoy Kanola diye bişey çıkmıştı zamanında. Halen varsa tabii… Yoksa riviera zeytinyağı da kullanabilirsiniz. Ayçiçek yağının tütme noktası ise hafif zeytinyağından daha düşükmüş! Sızmadan zaten bahsetmiyorum, asla çok sıcak yemeklerde kullanmayın, yarardan çok zararını görürsünüz. Gavur üzüm çekirdeği yağı, avokado yağı falan kullanıyo ama bunları yurdumuzda bulmak kolay değildir sanırım. Aktarlarda bulunabilir belki. Susam yağı da oluyor.
Neyse, uygun yağı tavanın iç ve dış tüm yüzeyine ince bir tabaka oluşturacak şekilde kağıt havlu v.b. birşey ile sürün. Tavayı önceden 205 santigrad derece ısıtılmış fırına tepe taklak ederek koyun. Bunun sebebi içinde yağ birikmesini önlemek. Fırına yağ damlamasın diye de altına bişeyler koyun. Tavayı bu şekilde yaklaşık 2 saat “pişirin” ve fırını söndürdükten sonra içinde soğumasını bekleyin. Gerekiyorsa üzerindeki fazla yağı silin. Bu işlemden sonra tavanız kullanıma hazır olacaktır.
Bu işlem demir yüzeydeki pürüzleri doldurarak doğal, yapışmaz bir yüzey oluşturuyor. Ayrıca tavamızı çevre koşullarına karşı koruyarak paslanmasını önlüyor. Bu işlemi yapmazsanız, hele ki tavayı yıkayıp kurumaya bırakırsanız ertesi gün üzerinde pas lekeleri oluşmaya başladığını görebilirsiniz. Fakat bu durumdaki bir tavayı kurtarmak çok basit. Yeterki pas çok derinlere inmiş olmasın. Önce yine sabunlu veya deterjanlı suyla ve süngerle güzelce yıkayın, özellikle paslı yerleri. İyice kurulayın. Tam olarak kurutmak için orta ateş üzerinde 5 dakika kadar bekletin. Soğuduktan sonra içine 2 çorba kaşığı kadar tuz ve aynı miktarda sıvı yağ dökün. Yukarıda bahsettiğimiz gibi bir yağ kullanmalısınız. Sonra kağıt havlu yardımıyla paslı bölgeleri iyice ovalayın. Tuzunu muzunu iyice yıkayın ve “seasoning” işlemini tekrar uygulayın.

Kullanım

Yiyecekleri tavaya koymadan önce tavanın ocak üzerinde pişirme sıcaklığına gelmesini bekleyin. Tavayı yağlamanız gerekmiyor. İsterseniz ince bir tabaka oluşturabilirsiniz. Bir kaynakta yiyeceklerin tavaya atılmadan önce yağlanmasının daha iyi olacağı yazıyordu. Tava kullanıldıkça yüzeyi de olgunlaşacak ve daha yapışmaz bir hal alacak. Hatta yemeklerinize bir çeşit mangal aroması vermesi de mümkün. Bir tavanın “seasoning” süreci asla bitmiyor. Siz kullandıkça o daha bir güzelleşiyor. İşte özelliği bu. Sizinle birlikte yaşayan, yıllanan bir tava :)

Temizlik ve Bakım

Kullanım sonrası tavanın soğumasını bekleyin ve sıcak su ve sünger v.b. yardımıyla temizleyin. Işıl ışıl temizlemekten bahsetmiyorum. Tavanızı asla bulaşık makinasına koymayın ve zorunlu kalmadıkça sabun veya deterjan kullanmayın. Çok titizseniz sonuçta ölüm kalım meselesi değil, deterjan kullanabilirsiniz de, ama bu oluşturmak için uğraştığımız o tabakanın zarar görmesine veya yok olmasına sebep olacaktır. Eğer tavanın içine yapışmış yiyecek parçaları varsa bol miktarda tuz ve kağıt havlu ile ovalayın. Bu işlemi tuz beyaz kalana kadar tekrarlayabilirsiniz (muhtemelen iki kere). Tuzu tamamen atmak için tavayı yine sudan geçirin.
Bu yıkama faslından sonra kağıt havlu ile güzelce kurulayın. Bitti mi? Hayır.
Tamamen kuruduğundan emin olmak için aleti orta ateş üzerinde 5-10 dakika ısıtın. Soğumadan içini yine ince bir tabaka oluşturacak şekilde yağlayın.
Tüm bunlar zor gibi geliyor ama şahsen zevkle yapıyorum.
Kolay gessin.

Güncelleme (17 Kasım 2010): Ali isimli bir okuyucumun yaptığı detaylı yorumu gözlerden kaçmaması için buraya kopyalıyorum:

4 adet Hecha ürünü satın aldım. Yorumlardan da okuyacağınız gibi ürünler toz emaye ile kaplı. Ancak ben yine de bütün ürünlere seasoning işlemi yaptım. Sonuç : MÜKEMMEL. Seasoning işlemi ile ilgili bir dolu site inceledim. İşlem temel olarak yanma derecesi yüksek yağların belirli bir ısı ve sürede polimerleşmesi esasına dayanıyor. Sıcaklık dereceleri, kullanılan yağlar, fırınlama süreleri siteden siteye değişiyor. Kimi iç yağlardan, kimi rafine yağlardan bahsediyor. Fırınlama süreleri de değişiyor. Ben ilk olarak mini sahanımı season ederek farklı yöntemleri denedim. İlk seasoning işlemi (iç yağ ile 180 derecede 1 saat) iyi sonuç verdi ancak işlem sırasında aşırı duman ve koku oluştu. Araştırmalara devam edince yanma derecesi yüksek diğer yağları inceledim. Seasoning işlemi için Türkiye’de bulabileceğiniz en iyi yağ ASPİR YAĞI. Aspir yağını bir internet sitesinden siparişl verdim. (http://www.aspir-yagi.com) Yanma derecesi çok yüksek (260 C). Güvenilir olduğunu bildiğim bir yabancı sitede en iyi season işleminin yanma derecesi yüksek bitkisel yağlarla yapıldığını okumuştum. (Linkleri aşağıda verdim. Siz de okuyabilirsiniz.) Ben en iyi sonuç aldığım seasoning işlemini şu şekilde yaptım. Fırını 220 dereceye ısıttım. Fırın ısınırken ben tavayı ocakta hafifçe ısıttım. Silikon fırça yardımıyla Aspir Yağını sürdüm ve bir süre süzülmesini bekledim. Fazla yağı bir parça bez yardımıyla aldım (Hav bırakmayan bir bez kullanın). Önemli olan tavanın iç kısmının yapışmazlığını sağlamak olduğu için tavanın alt kısmını yağlamanıza bile gerek yok bence. Fazla yağı bir parça bez yardımıyla alınan tavayı iç kısmı aşağıya bakacak şekilde fırın ızgarasına yerleştirin. Yine de damlayacak yağlar için altına folyo serebilirsiniz. Fırında 200-220 derecede bir saat fırınlayın tavanızı. Bir saat sonra fırını kapatın soğumaya bırakın. Göreceksiniz ki sonuç mükemmel. Fırınlama sırasında koku oluşmuyor. Tavanızın rengi değişiyor. Daha şık parlak siyah oluyor. En önemlisi de diğer season işlemlerinden daha kaliteli sonuç veriyor. Deneyin mutlaka.

Yararlandığım Kaynaklar :

http://www.aspir-yagi.com

http://sherylcanter.com/wordpress/2010/01/a-science-based-technique-for-seasoning-cast-iron/

http://www.cookingforengineers.com/article/50/Smoke-Points-of-Various-Fats

Code 46

code 46
Geçen akşam yine beni şaşırtan bi film izledik. Code 46, sadece bilim-kurgu olduğu için indirdiğim bir filmdi. 20 dakika kadar izledikten sonra sıkılmaya başlamıştık, hatta kayınvaldem(!) gidip yattı. Biz de “bu ne yaa, resmen aşk filmi bu” derken kafamıza dank etti. Evet bu bi aşk filmiydi. Ama yakın gelecekte geçen bi aşk filmiydi. Gelecekle ilgili hiç birşey izleyicinin gözüne sokulmuyordu. “Haa, demek ki gelecekte böyleymiş” hissiyle, teknolojinin değil hayatın ne duruma geldiğini izliyorduk. Nasıl geçmişte geçen sıradan (o zamanların koşullarında aşk gibi) bir hikayeyi izliyorsak bu filmde de gelecekte geçen sıradan (o zamanların koşullarında aşk gibi) bir hikayeyi izliyoruz.
Filmin fragmanı ve sloganı ise tam bir saçmalık: “Gelecekte aşk tehlikeli bir oyundur…”. Sakın bu kısımlara takılmayın. Kim bir filmi bu derece sabote etmek isteyebilir anlamıyorum. Filmin çok daha farklı bi havası var. Bu filmi benim için önemli hale getiren şey, gelecekten beklentilerimle uyuşması da olabilir.
Dünyanın gittiği yeri tam da gördüğüm gibi tasvir ediyor, hatta bazı yerlerde acımasızca daha da ileriye götürerek adeta beni şımartıyor :)
Gelecekten bazı sahneler şu şekilde:

  • “Doğduğun yer değil doyduğun yer” düsturu tüm dünyaya yayılmış. Özellikle metropollerde her milletten ve ırktan insan çok daha yoğun ve karışık bir şekilde mevcut. Şimdiden alışmaya başlasak da bunun ilerlemiş halini görmek şaşırtıcı.
  • Beyinle ilgili daha fazla sır çözülmüş ve “kimyasal” yollarla müdahale edilebiliyor. Ayrıca hafıza ve anılar da kontrol edilebiliyor.
  • Ekonomik sistemde varolamayan bireyler tamamen dışlanmış, fiziksel olarak da… Şehirlere giremiyorlar, şehirlere giriş vizeyle (tanıdık geldi mi?).
  • Direkt güneş ışığından yağmurdan kaçar gibi kaçıyoruz.
  • Klonlama olayları nedeniyle genetik kodları tam veya belli oranlarda uyuşan insanların karşılaşması olası. Bu yüzden evlenmeden veya çocuk sahibi olmadan önce ufak bir kontrolden geçmek gerekiyor. Filmin konusu da bu gibi…

Ama dediğim gibi bunların hiçbiri filmin ana konusu değil aslında.

The Departed

The DepartedBu filmde hoşuma giden şey yine bir klişenin yıkılmış olması oldu. Bildiğiniz gibi ne zaman önemli karakterler ellerinde silahla karşı karşıya gelseler “Az sonra seni öldüreceğiiim. Bu yaptıklarının hesabını vereceksin. Zaten senin babanı da hiç sevmezdim.” gibi bir muhabbet başlar, o mermi artık namlunun ağzından bir türlü çıkmaz. Bu filmde o yok!
İzlemeyenler olduğu için daha fazla detay veremeyeceğim :)

The Man from Earth

The Man from EarthThe Man from Earth izlediğim en iyi filmlerden biri. Bir odanın içinde geçen bilim-kurgu diyebiliriz. Hiç bir özel efekt veya aksiyon sahnesi yok. Yani tam anlamıyla “sözde” bilim-kurgu.
Adamımız eşyalarını toplamış yaşadığı yerden göç etmeye hazırlanırken arkadaşları buna veda etmek için sürpriz bir ziyaret yaparlar. Bu taşınmaya hiç bir anlam veremedikleri için adamı ufaktan sıkıştırırlar. Bizimki de dayanamayıp 14.000 (on dört bin diyorum!) yıldır dünyada yaşadığını ima etmeye başlar. Bundan sonrası soru-cevap şeklinde gelişir.
Bu konu oldukça iddialı bir şekilde ele alınmış, çünkü muhabbete katılan herkes akademisyen, üniversitede hoca. Buraya kadar bile benim için yeterince güzel bir film ama bunu asıl hafızama kazıyan şey başka. 29 yıllık hayatımda, şimdiye kadar iyisiyle kötüsüyle izlediğim her allahın filminde, çoğu zaman diyaloglara içimden müdahale etme gereği duymuşumdur. “Ulan şöyle desene olay çözülecek işte!”, “ya cevap versene geri zekalı öyle olmadı işte!”, “ulan şu soru sorulmaz mı ne biçim film yaa!”, v.b. Bu filmde bunların hiç biri olmuyor! Gayet güzel, mantıklı, insan gibi film yapmış adamlar. Benim gibi hem bilim-kurgu olsun hem de gerçekçi olsun diyenler için birebir. Örneğin binlerce yıl öncesinden bahseden adamımıza arkadaşlarından biri “bu anlattıkların zaten her kitapta yazıyor” diye çıkıştığında, adamımız “ben de onlardan biliyorum zaten, yoksa binlerce sene öncesini nerden hatırlayayım a.q.” gibi bir cevap verebiliyor.
Veya adamımızın anlattıklarında bir çelişki tespit eden arkadaşlarına “orasını yanlış hatırlamış da olabilirim, yaşıma verin” dedirtmeyi bilecek kadar gerçekçi bir film. Bunun gibi basit noktalarda film kitlenip, aslında basitçe çözülmesi mümkün olan yanlış anlaşılmalar üzerine dönmüyor.
Bu arada filmimiz bir bağımsız sinema ürünü. Web sitesine buradan ulaşabilirsiniz. İnternetten bedavaya indirip izlediğim bu yapıma destek vermek için, web sitesi üzerinden cüzi bir miktarda para yardımında da bulundum.

Sansüre nazar değdi

International Movie Database sitesini kapatmak isteyen Telekom imdb.com yerine imbd.com’u kara listeye eklemiş. An itibariyle imdb’ye halen ulaşılabilirken alakasız boş bir site olan imbd.com engellenmiş bulunuyor. Yaa işte böyle allah razı gelmez :)

imbd.com

Open Souls

Artık çocukluğumuzdaki bayramlar kalmadı. Çünkü kimse artık bize para vermiyor.

Yapay Zeka Sokağa İndi

Google’da kaşarlar diye arama yapınca “Bunu mu demek istediniz?” kısmında kızlar yazıyor.
Bana bak google! Benden sana bir abi nasihati. Artık nasıl karmaşık bir algoritman varsa resmen insanlaşmaya başladın, üstelik anladığım kadarıyla erkeksin. Ama ayağını denk al, bu yaptığın insanlığa yakışmaz. Ayıp oluyo bilesin. Hadi öptüm, yaz bana :*

Argo Google

div’leri göster

Web sayfalarında tablosuz tasarım akımı uzun süredir devam ediyor. Bir kaç yıl aradan sonra bu yöntemi kullanarak yeni bir web projesine başladım. Eminim benim gibi bir çok kişi sapıtmış div etiketleri içine şunu yazmak zorunda kalmıştır: style="border: 1px solid black". Böylece sapıtan bölgeyi görünür kılıp gerekli düzeltmeler daha kolay yapılabilir. Siz de bunu sık sık yapıyorsanız CSS dosyanıza aşağıdaki kodu ekleyip gerektiğinde yorum kısmını kaldırmanız ve işi bitince tekrar yorum içine almanız faydalı olacaktır.

/* DEBUG */
/*
div {
border: 1px dashed #000;
}
*/

XAJAX Türkçe Karakter Sorunu

Bunun ne olduğu konusunda açıklama yapıp gereksiz bağlantılar vermeyeceğim. XAJAX kullanmak isteyip de Türkçe harflerde sorun yaşayan birisi olarak önemli bir adımı atladığımı farkettim. Yapılan işlemler şöyle olmalı:
Önce xajax.inc.php dosyası açılır ve XAJAX_DEFAULT_CHAR_ENCODING sabitinin değeri iso-8859-9 yapılır. Muhtemelen buraya kadar yapmışsınızdır. Şimdi de nedense kurulumda kapalı olarak gelen bir özelliği açmamız gerekiyor.
$xajax = new xajax(); gibi nesnemizi oluşturduktan sonra $xajax->decodeUTF8InputOn(); metodunu çağırmalıyız.
XAJAX kullanmıyorsanız ama diğer ajax-php uygulamalarınızda sorun yaşıyorsanız aynı dosyadaki _decodeUTF8Data fonksiyonunu alıp az bir değişiklikle kullanabilirsiniz.
Kolay gelsin.