Warning: Use of undefined constant style - assumed 'style' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/bmert/bmert.net/wordpress/wp-content/themes/typebased/functions.php on line 240

Bu sabah Sultanahmet’te bir lokantaya girip çorba içtim. Hesabı ödemek üzere kalktım ve kasadaki amcaya çorbanın fiyatını sordum. Üç milyon lira olduğunu söyledi. “Saçlarım biraz uzun olabilir ama ben de halktan biriyim!” imajı yaratmak için “Turistik yerlerde biraz pahalı oluyo galiba” dedim! Adam sinirlendi lan :) Sanırım “Bende çorbaya üç milyon lira vericek göz var mı be” mesajı aldı benden. Pek anlayamadığım birsürü laf etti. “Su da içmişsin” falan dedi. Meğerse su dahil toplam hesabı söylemiş. Ben ne bileyim, “çorba kaç para” diye sormuştum. “Su falan tamam da insan üç milyona acılı ekşili Çin çorbası içiyo” demedim.

Kopyalanabilir Eserlerin Satışı

Müzik ve sinema eserleri gibi kopyalanabilir eserin ucuz sayılmayacak fiyatlarla satılmasını küçük yaşlarımda garip karşıladığımı hatırlıyorum. Ben bir sanat eseri yaratıcam, insanlar onu beğenecekler, beni takdir edecek ve bana hayranlık duyacaklar ve tüm bunları yapmak için bana para ödeyecekler. Haadi caanıım! Tabi o paranın önemli bir kısmı bu eserleri oluşturan kişilere değil dağıtan şirketlere falan gidiyor. Diyorum ki dağıtım artık şu şekilde olsun: Eserini yapan internete koysun ve millet indirip dinledikçe, izledikçe sanatçı ünlensin, zevklensin. Hem araya kimse girmemiş olur hem de eserler ticaret amacıyla yönlendirilmemiş olur (bkz: günümüz pop müziği). Peki bu sanatçılar nereden ekmeğini kazanacak? Kendilerini sevenlerin bağışlarından. Peki bu miktar çalışmalarını devam ettirmelerine yetmeyecek seviyede olursa? O zaman devam etmeyecekler. Tabi bu durumda 100 milyon dolarlık filmlerin çekilmesini de beklememek lazım. En azından müzik için olabilir bence. Zaten bir insanın şarkı yaparak dolar milyoneri olması pek adil olmasa gerek.

Telgrafın Telleri

Bazı download sitelerinde indirmek istediğimiz dosya için bulunduğumuz ülkeye yakın bir yer tercihi yapmamız istenir. Böylece bulunduğumuz yere yakın bir sunucudan daha çabuk bir şekilde indirme işlemini yapmamız mümkün olur. Örneğin Kuzey Amerika yerine Yunanistan seçersem dosyanın daha hızlı bir şekilde gelmesini bekliyorum. Fakat öyle olmuyor :) Amerika’yı seçince genelde daha çabuk geliyor dosyalar. Demek ki bu iş bilgisayarların birbirine yakınlığından çok ülkelerin güçleriyle ilgili ;)

Bilgisayarda birşeye basmak isterken hemen yanındaki başka birşeye basıp yarım saat onun açılmasını beklemek, açılınca da kapanmasını beklemek…
Mesela Masaüstünü Göster yerine hayvan gibi resim işleme programının kısayoluna tıklarım bazen.
Çaylak bir kullanıcı yaptığında acıma duygusu hissedilir ama tecrübeli biri yapınca çok komik oluyo.
Özgür hatırlattı.

Hani birbirine yakın camilerin bulunduğu yerlerde hepsi birden ezan okumaya başlar ve herşey birbirine karışır ya… Sultanahmet’te buna çok güzel bir çözüm getirmişler. İki caminin müezzinleri sırayla okuyorlar. Hem ses kirliliği olmuyor hem de akşam vakti saakiiin, hoş bir atışma dinliyor gibi oluyorsunuz.

Trafiği Rahatlatacak Projem

Dört kişi bir arabaya binip dolaşıcaz. Hepimizin birer beyzbol sopası olacak. Geçen haftasonu Sirkeci’de gördüm, çok sert aletler, kodumu oturtur. Sıkışık trafikte İETT durakları veya çeşitli yan yollara geçiş için tahsis edilmiş boş yollara dalıp tekrar ana yola açılan diğer ucundan kaynak yapmaya çalışan araçları durdurucaz. Dört kişi birden ellerinde sopalarla arabadan inip ilgili araca doğru yürümeye başlayacak. Muhabbete “Çakal mısın lan sen?!” şeklinde girilecek. Geri kaçanlar veya “Abi eşeklik ettim kusura bakma” diyenler az kovalanıp salınacak. Direnenlere ise ayna, far, tampon girişilecek. Arkadan aynı yola girmiş olanlar da öndekinin harcanmasıyla oraya sıkışmış olacaklar.
Ya da buralara trafik polisi koyun kardeşim!

Kelebekler Vadisi

KELEBEKLER VADISI 15_07_2005 021 Cuma günü işten çıkışımın ardından yaklaşık 24 saat geçmişti ve orta boy bir teknenin en önünde, ayaklarımı Ölüdeniz’e sarkıtarak vadiye doğru yol alıyordum. Bu şok edici ortam değişimi ara sıra çaktırmadan sırıtmama sebep oluyordu. Denizin rengi daha önce gördüklerimden farklıydı; derin mavi bu herhalde dedik. Teknenin önünde küçük bir uçan balığın fırlayıp 4-5 saniye havada gitmesi iyice masal havası yaratmıştı. O sıralarda Emre de şortunun cebinde denize giren cep telefonunu temiz suyla yıkamış, kurumaya bırakmıştı.
Ulan hikaye havasında yazayım derken iyice batırıcam ben bunu, anladım. Hem masalsı bir anlatımla yazıp hem de cep telefonunuzu şortunuzun cebine koymayın mesajını nasıl vereyim abi ben. Yani kısacası dikkat edin, vadiye giden tekneye binerken belinize kadar suya batabilirsiniz, ceplerinizi boşaltın.
Çadırda kaldık ama sadece ilk gece çadırda uyuduk. Sonraki geceler hep dışarıda, kumsalda uyuduk. Güneşin yakmaya başlamasıyla birlikte sabahları 8-9 gibi kalktım. Geceleri 11-2 arası yattım. Kahvaltıdan akşam yemeğine kadar asmaların altında, çardakta sürekli yaydım. Bir hafta boyunca vücuduma sabun, saçlarıma şampuan sürmedim. Son gün saçlarım yağ ve tozla kaplanmıştı artık. Her yere yavaş yürüyerek gittim. Harikaydı…
Az maceralarımız da olmadı tabi. Yukarda bir köy var uzakta, oraya çıktık. Delibaş gibi saat 3’te falan çıktığımızdan süper terledik. Şelaleye çıktık, kayalara yaslanıp dökülen suların altında serinledim. İki çıkış da normalin üzerinde tehlikeli bana göre. Turistik bir aktivite sanmayın. Fotoğrafların gelmesiyle daha fazla ayrıntı ve hikaye anlatıcam.
Teşekkürler Emre, Ünsal, Sergei, Helena, Caner, Selin, bardaki kızlar, 3 çocuklu yabancı abla, köpekli Alman amca…

Selam Söyle O Yare

TeyyareDün gece 6 yaşımdan sonra ilk defa uçağa bindim. Bundan sonra olayım uçaktır. Para biriktirip arada bir uçağa binicem lan! En güzeli kalkma anı. Yavaş yavaş kalkış pistine doğru dönüyo, dönüşü tamamlayınca bi basıyo abi… Sonra birden havalanmaya başlıyosun ve çok kısa sürede çok yükseğe çıkıyosun. Meğer ben ne adrenalin düşkünü bir insanmışım kardeşim. Üzerinize afiyet hava biraz bozuktu yukarı taraflarda. Uçağın fena sarsıldığı, zangırdadığı zamanlar oldu. Bi ara bi boşluğa falan mı düştük nedir, “Annecim!” diye bağırdı bir yolcu. İşte bunlar olunca benim bi hoşuma gidiyo, bi hoşuma gidiyo… Tabi ellerimin terlemesini ve içimden “Ossüktür” demeyi ihmal etmiyorum ama çaktırmadan da sırıtıyorum zevkten.
Yalnız şunu söyleyeyim ki koltukları normal bir şehirlerarası yolcu otobüsünden daha rahat olmasına rağmen oturma alanı çok dar ve uzun yolculuk çekilmez.
Sonuç olarak 1 saatte İstanbul’dan Antalya’ya geldim. Arkadaşlar da Konya istikametinden arabayla geliyordu. Ben indiğimde gelmelerine 1 saat vardı. O bir saatin bir kısmını kaldırımda oturup “Vay a…. k….” diye düşünerek geçirdikten sonra gittik.

Ne Oluyor Bize Olayları

Haberlerde sık sık cinnet geçiren veya sebepsiz yere birbirine saldıran insan görüntüleri eşliğinde bu sözleri duyuyoruz. Aha size olay:
Geçenlerde sabahın beşi gibi kendiliğimden uyandım. Bi baktım dışarıda birsürü martı bağırınıp duruyor. Bir süre sonra seslerden rahatsız olmaya başladım ama “salla ya” diyip uyumaya çalıştım. Amcanın biri öyle düşünmemiş olacak ki “Kuşlaaaaar” diye bağırıp havaya bir el ateş etti! Ulan öyle de bi uyku sersemiyim ki olayı kavrayamadan uyumuşum. Ertesi gün annem anlattı da öyle hatırladım.

Şebo’nun Yeni Albümü Çıkmış

Şebnem Ferah - Can KırıklarıÇoğu kişinin ortak fikri şarkı sözlerinin bi’ acayip (tabiri caizse ‘entel’) olması. Bundan önceki albümde de öyleydi ama bunu samimiyetine bağlıyorum ben. Sert bi albüm olmuş ve de nihayet Şebo’dan bir “vokal şov” dinleyebiliyoruz.