Yaklaşık 2 ay önce bir motosiklet kazası geçirdim. Halen geceleri kafamı yastığa koyduğumda tekrar tekrar yaşadığım bazı anlar ve değişen bazı düşüncelerim var. Bunları paylaşmak istedim.
Sinem’le çıktığımız Şeker Bayramı tatilimizin son durağı Gökçeada’daydık. Sabah motorla epey bi dolaştıktan sonra bir yere yerleştik ve adanın geri kalanını keşfetmek için tekrar motorun başına geldik. İkimizin üzerinde de kask, mont, eldiven ve korumalı botlar vardı. Sinem korumalı pantolon giymesine rağmen ben biraz koyvermiş, en sevdiğim kot pantolonumu giymiştim. Sinem, normalde kendisinin korumalı pantolonu üzerine taktığı dizlikleri takmam için ısrar etti. Diz ve kaval kemiğinin büyük kısmını kaplayan koca dizlikler… Önce itiraz ettim, biraz tartıştık ama sonra kabul edip dizlikleri taktım. Biliyorsunuz, bazı hikayelerde duvara asılı tüfekten bahsediliyorsa, o tüfek bir ara muhakkak patlar. Neyse…
Oldukça sapa bir yola girmiştik. Bizden başka kimse yoktu. Arada bir durup fotoğraf çekiyorduk. Keskin bir virajın hemen yakınında fotoğraf çekmesi için Sinem’i indirdim. Ben de az ileriye kadar gidip uygun bir yerden geri dönecektim. Yol oldukça dardı ama daha fazla uzaklaşmadan dönmeye karar verdim. İleri geri fazla manevra yapmadan çabuk döneyim diye yolun mıcır olan yan kısmında arka tekerleği kaydırarak dönmek istedim. Zaten asfalt veya toprak yollarda defalarca yapmıştım. Fakat mıcır farklıymış arkadaşar. Mıcır fena kayarmış. Arka frene asıldıktan bir kaç milisaniye sonra kontrolün artık bende olmadığını anladım. O hissi biliyor musunuz? Kontrolü kaybetmenin getirdiği dehşet hissi… Henüz kaza başlamamışken, ufacık bir umudun olduğu, halen sağlam olduğunuz bir an… Halen o an aklıma gelip duruyor. Az sonra ne olacağını bilmiyorum ama iyi olmayacağı kesin gibi.
O andan sonra hatırladığım ilk şey havada olduğum… Motorun üzerinden uçmuşum, hatırladığım kadarıyla bacaklarım yere yakın, geri kalan kısmım havada. Bu sırada 750 CC’lik Moto Guzzi de tamamen yan dönmüş ve yatmış şekilde havadan beni izliyor. Sol bacağıma hafifçe çarpıyor veee ÇAT. Ve bacağımda hafif bir yanma… “Evet, sanırım bu bahsettikleri kırılma sesi” diyorum içimden. Daha önce bi tarafları kırılmış olanlar bu sesi duyduklarını söylemişlerdi.
Daha sonra hatırladığım sahnede ise sırt üstü yerdeyim. Bir iki saniye öylece yattım. Kafamı toparladım. Sonra birden sakinleştim. Artık bitmişti. Alacağım tüm darbeleri almış, bilincim gayet açık ve ağrısız bir şekilde yerde yatıyordum. Akşam üzeriydi, ışık çok güzeldi ve çıt çıkmıyordu. Peki bu çıt çıkmayan yerde biz şimdi ne yapacaktık. Bu sefer birden panik başladı. Ellerimi ve kollarımı kontrol ettim, çalışıyorlardı. Sol bacağımı oynatamıyordum. Sinem’in halen olanlardan haberi yoktu. Zaten tüm bunlar bir kaç saniye içinde oldu. Virajın açısından dolayı birbirimizi göremiyorduk, anlaşılan duyamıyorduk da. Onu göremeyince içimdeki panik duygusu daha da arttı. Hatta kızdım neden halen uyanmadı mevzuya diye. Gücümü toplayıp kaskımın içinden avazım çıktığı kadar bağırdım, “Sineeeem” diye.
Yolun ucundan beni gördü ve koşarak gelmeye başladı. Gördüğü manzara korkunçtu. Motosiklet yere yapışmış, ben de motorun iki metre ilerisinde yerde yatıyorum! Hareket edebildiğimi ve iyi olduğumu ona göstermek için eldivenlerimi çıkarmaya başladım. Sonra kaskımı da çıkardım. Yanıma gelince bacağımın kırıldığını söyledim. Saniyeler içinde 112’yi aramış, görevliye durumumu ve yerimizi tarif etmeye başlamıştı. Yerimizi de tam olarak bilmiyorduk. Elimizden geldiğince tarif ettik. Bu durum beni biraz korkuttu. Kimbilir bizi ne zaman bulacaklardı, bacağım ne olacaktı?
Hızla araç falan gelirse bi de o beni ezmesin diye iki yöne de kasklarımızdan engeller koydu Sinem. Ben bu arada tekrar sakinleşmiş, Sinem’den fotoğraf çekmesini istiyordum. O olayı hatırlamak istemeyeceğini söyledi, ben de hak verdim (gerçi sonra pişman da olduk). Bir kaç dakika sonra bir araba göründü. Ambulans değil. Sinem içinden inen insanları uzaklaştırmaya çalıştı. Bu çok önemli, çünkü yardım etmek isterken daha fazla zarar verebilirler. Şansımıza birisi adada doktormuş. Başka önemli bir yaram var mı diye çeşitli kontroller yaptı. Doktor, ailesi ve arkadaşlarıyla biraz muhabbet ettik, gülüştük. Doktor tekrar 112’yi arayıp yerimiz güzelce tarif etti. Sonra gönderdik onları gittiler.
Ambulansla gelen doktor dizliğimin o sırada atel vazifesi gördüğünü, hiç oynatmak istemediğini söyledi (al işte tüfek patladı). Düştüğüm pozisyonu hiç bozmadan sedyeye aldılar ve hastaneye doğru uzun bi yolculuk başladı. Hastanede röntgen çekildikten sonra sonuçları inceleyen doktorların konuşmalarından ve ses tonlarından bu işten ucuz kurtulamayacağımı anlamıştım. Bacağımı alçıya alıp beni göndermeyeceklerdi. Bayram günü Acil’e çağırılan tecrübeli doktor bacağıma sağlam bir atel yaptı. Sol bacağının alt kısmında üç yerden kırık var dediler. Dize de bakmak lazım, şu an net görünmüyor dediler. Beni ambulans “helikopterle” Çanakkale’ye sevk etmek istediler ama hava kararmaya başladığı için helikopter kalkamıyordu. Bu sefer acil botla gönderelim dediler, o da rüzgardan dolayı kalkamıyordu. O geceyi Gökçeada’da hastanede geçirip ertesi sabah helikopter kaldırılmasına karar verildi. Bacağımda morarma olmaması iyi haberdi. Kırılma daha farklı bir şekide olsa damarlarım da zarar görebilir, acil ameliyat gerekebilirdi. Şans işte… Gece biraz zor geçti ama Sinem hiç başucumdan ayrılmadı. Sabah helikoptere bineceğim için heyecanlıydım biraz. Diğer yandan korkutucuydu. Helikopterlik neyim olabilirdi ki?
Bundan sonrası kesin teşhis ve tedavi süreci… Asıl anlatmak istediklerim kazayla ilgili olduğu için daha fazla uzatmiycam. Sonuç olarak İstanbul’da ameliyat oldum. Kırık dizimin içine kadar gidiyormuş. Alt bacağa boydan boya platin takıldı. Onu sapasağlam sabitlemek için tam 11 adet çivi, dizdeki çatlağın kenarlarını birleştirmek için 1 adet vida kullanıldı. Ameliyat için bacağımda açılan 4 kesiğe 37 dikiş atıldı. Tüm bunlar tahmini 10 KM/sa hızla giderken yaptığım bir kaza yüzünden oldu!
Motosikletle kaza yaparsam başıma bir şey gelme olasılığının yüksek olduğunu biliyordum. Fakat “ölmediğim sürece nasıl olsa doktorlar tamir ediyor” diye düşünüyordum. Öyle değil! Bozulan parçaları değiştiremedikleri için her zaman hasardan bir iz kalıyor. Bende ne kalır bilmiyorum. Henüz tam olarak iyileşmeye bir kaç ay uzaklıktayım. Ama durumlar iyi. Bu arada anladım ki ameliyata tedavi gözüyle bakmak, kürtaja doğum kontrol yöntemi olarak bakmaya benziyor.
“Bir taraflarım kırılırsa yatar iyileşirim, sonuçta zamanla iyileşiliyor” diye düşünüyordum. O zaman o kadar rahat geçmiyormuş. Zaten zamanla iyileşir diye kesin bi şey de yok. O süreçteki belirsizlik de cabası.
“Güvenli sürüş de bi yere kadar, arada bir motorla artislik de yapmak lazım” diye düşünüyordum. Bunu düşünürken ve yaparken neleri göze almanız gerektiğini de iyi düşünün. Her zaman güvenli sürüşü tercih edin. En azından trafikte veya dağın başında artislik yapmayın.
“Kırık olsa duramazsın” özdeyişini yalanlamış oldum. Ameliyattan sonraki bir kaç saat hariç kayda değer bir ağrı hissetmedim. Bunda, kırılan kemiklerimin sürüş sırasında giydiğim dizlikten dolayı fazla dağılmamış olması da etkili olabilir.
En sevdiğim kot pantolonum doktor tarafından kesildi. Siz müdahale sırasında “En sevdiğim pantolonumdu” gibi saçma salak espriler yapmaya çalışmayın. Uyuz olup daha sonra şort olarak kullanamayacağınız şekilde kesiyorlar.
Sinem‘in tüm bu süreçte benim için yaptıklarını düşününce gözlerim doluyo.
Son Yorumlar