Warning: Use of undefined constant style - assumed 'style' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/bmert/bmert.net/wordpress/wp-content/themes/typebased/functions.php on line 240

Arşiv: 'Kişisel'

Ben de bencil ve duyarsız olmak istiyorum.
Acıları hayatın gelip geçici bir parçası olarak yaşayabileyim. Karnım ağrımasın, sadece üzüleyim. Hiç bir olayı kendi keyfimden daha fazla ciddiye almayayım.
Dünya benim çevremde dönüyor sanayım.
Kendimi iyi hayat yaşama uzmanı ilan edeyim.
Her boktan anladığımı sanıp milletin işine karışayım.
Duygularımı paylaşma ihtiyacım olmasın. Zaten paylaşacak kadar çok duygum da olmasın.

(Bişey olmadı lan. Birden aklıma geldi öyle…)

Hayatıma Giren Bilgisayarlar

spectrum
4-5 yaşlarındayken Önder abime ait Sinclair Spectrum marka bilgisayarla lunaparkta ördek vurmaca gibi bir oyun oynardım. Çok net hatırlamıyorum ama Adam Asmaca da oynuyorduk sanırım. Bir süre sonra “Dur biraz kapatalım adaptörü çok ısınmış” derdi ve zaten ne yaptığımın farkına varamamış olmanın şaşkınlığıyla olay yerinden ayrılırdım. Adaptör kelimesini küçük yaşta öğrenmek zorunda kaldığım için yıllar boyunca “adaktör” diye dolanmışımdır.

amstrad
Bu da benim sahip olduğum ilk bilgisayar. Amstrad CPC464… Yaş takribi 10-11… Anadolu Liselerine hazırlık seti gibi bir kaset setim vardı, yaşı oradan hareketle söylüyorum. Yeşil ekranlı monitörü vardı. Yanında verilen kullanım kılavuzunda Basic program örnekleri vardı. Oturur 140 satır falan yazardım. Tabi şimdiki gibi değil; kitaptan bakıyorum, ekrana yazıyorum. Sonra da RUN yazıp çalıştırdım mıydı… Ne yaptığımı anlamasam bile şu anda aldığım kadar zevk alıyordum program yazmaktan. Ekranda bi takım çizgiler, daireler falan çıkıyodu. Düşünerek yazdığım ilk program ise sonsuza kadar saymaya yarıyordu. İlgili komutları Önder’den öğrenmiştim. Aradan zaman geçti unuttum. Sonra mantığı kurup tekrar yapabilmiştim.

atari
Orta 2’ye giderken yine Önder’in yukardaki Atari’siyle takılıyorduk. O bilgisayarı almasının amacı o zamanlar pek bulunmayan MIDI özelliklerine sahip olmasıydı. Gece geç vakitlere kadar Önder’in eve gelmesini bekliyordum. O gelince Twelve isimli programla kanal kaydı yapıyorduk. Bir de Korg M1 klavyesi vardı sanırım o zamanlar. Gelişmiş MIDI özelliği sayesinde Prince of Persia oyununu o zamanlar kimseye nasip olmayan müzikler ve seslerle oynuyordum.

amiga500
Amiga 500’le oyun oynama şansını da üst komşumuz Burak sayesinde yakaladım. Para biriktirip o zamanlar atari salonlarında oynadığım Final Fight (Guy, Cody, Haggar) oyununun disketini almıştım. Atari salonundaki gibi değildi tabi, çok bozulup disketi Burak’a hediye etmiştim. Bir de Burak’la paso Need For Speed oynuyorduk sanırım. Aha! Oynadığım ilk çok kullanıcılı oyun… Ekran ikiye bölünürdü ve yarışırdık. Tırların altından geçince “Yeeeehaaa” diye bağırıyodu şoför. O sesi halen duyabiliyorum. Fekat bi yukardaki Atari mi yoksa bu mu hayatıma daha önce girdi çıkaramadım valla.

amiga1200
Sonra da Yenal’ın Amiga 1200’ü… Bunda da Realms diye bi oyun oynuyoduk. Müzikleri çok süperdi, çok etkileniyoduk:)

Aradan uzun yıllar geçtikten sonra da Pc’dir Laptop’tur devam ediyoruz işte.

Kış

Hayatımda ilk defa kış mevsimini sevmeye başladım. Neden biliyo musunuz? Artık okul yok da ondan! Şimdiye kadar her kış benim için kabus olmuştu. Kapalı havadan, soğuktan nefret ederdim. Son zamanlarda bunların da tadını çıkarabilmeye başladığımı farkettim. Artık soğuk ya da kapalı hava beni bunalımdan bunalıma sürüklemiyor; hatta ayrı bir zevk veriyor. Çünkü artık bana hiç ilgilenmediğim konuları öğrenmek zorunda olduğum, akşam yemekten sonra yatana kadar odama kapanıp çalışma taklidi yapmak zorunda olduğum günleri çağrıştırmıyor. Üniversitede zaten doğru dürüst okula gitmiyordum, evde de çalışmıyordum ama o da ayrı bir rahatsızlık, ayrı bir huzursuzluk. Hatta insanın kendinden nefret etmesine sebep oluyor. Benim durumumu çok iyi özetleyen bir film sahnesi var. “Uçak (Airplane)” gibi filmlere de imza atmış ZAZ grubunun daha eski tarihli TOP Secret isimli abzürd-komedi filminden bir sahne:

Val Kilmer nazi’ler tarafından tutuklanmıştır ve işkence odasına götürülür. Burada ellerinden bağlanıp sırtı kırbaçlanırken kendinden geçer ve hayal görmeye başlar. Hayalinde boş okul koridorlarında koşturmaktadır. Başka bir öğrenciye rastlar ve telaşla sınavın nerede olduğunu sorar. O da “Sınavlar bitti, yıl sonu geldi. Sen çalışmadın mı?” der. Val Kilmer “Yo hayır, olamaz” nidaları ile kendine gelir ve aslında okulda olmadığını, bir işkence odasında kırbaçlandığını görünce gülümser ve şükreder.

İşte durumum “abartısız” bundan ibarettir. Ben ki havalar soğumaya başladığında, günler kısaldığında resmen ciğeri yanan bir insandım, artık okula gitmeyeceğimi anlayınca bunları da sevmeye başladım. Oooh, serin serin!…

Çitos geri döndü

Eski çitosu biliyo musunuz? Yamuk yumuk, ince-uzun, rasgele kıvrımların oluşturduğu ekstra çıtır bölgeler… Ve tabi ki nefis soğan aroması. Sonradan saçma sapan bişeye döndü: yumuşak, yok biftekli yok ketçaplı…
O eski çitos Klementin çizgi filmi gibi bişeydi. Ve şimdi yeniden piyasada! ,

Bugün bayram olsun ey dostlar
Soğan peynir yiyelim
Elimiz yağlanır ise
Üstümüze silelim