Arşiv: 'Yorum'

Laphroaig – 10 Yıllık

Laphroig damıtım evi

Okunuşu Lafroyg. Bunu ilk olarak yurtdışından gelen kayınbiladerime ısmarlamıştım. Eve biraz geç geldim ve geldiğimde herkes uyumuştu. Merak edip hemen açtım ve tadına baktım. Sonuç: ŞOK! Bu resmen, bildiğin kömür suyuydu. Abartısız bi 15 dakika kadar masada öylece şaşkınlıkla oturup “bu ne ya” diye düşündüm. Değişik viskiler denemeye yeni başlamış biri olarak acayip hayalkırıklığına uğramıştım. Çünkü viskiden beklentim bu değildi. Ne bileyim, böyle meyvemsi, hafif tütsülü bir şeydi viski diye bildiğim şey. Bunu sipariş etmeden önce yaptığım araştırmayı biraz genişletince gördüm ki bu Islay (ayley okunuyor) bölgesinde üretilen tüm viskilerin genel özelliğiymiş. Laphroig de bunların arasında en yoğun aromaya sahipmiş.

Laphroig hakkında söylenen şeylerden biri de tadanların ya ondan nefret ettiği ya da çok sevdiği… Ben şüphesiz ki nefret edenlerden olmuştum. Kömür tadının yanında bir de tam olarak tanımlayamadığım “otumsu” bir tad alıyorum bundan. O da ilk başlarda bi tiskinti yarattı bende. Ot derken böyle bir ay suda bekletilmiş arpa tadı gibi bir şey, daha doğrusu onun suyu.

Efendim ben bunu tadımlık kategorisinden çıkarıp gelen arkadaşlarla bir güzel bitirdim (çabuk kurtulayım diye). Sonra inanmazsın o tadı arar oldum. Korkarım ki nefret edenler grubundan çıkıp hastası olanlar grubuna girmiştim. Hemen ilk yurtdışından gelen tanıdığıma yine bir Islay viskisi olan Bowmore ısmarladım. Evet bu da oldukça isliydi ama daha dengeli, daha yumuşak bir şeydi. Bowmore “hard rock” ise Laphroig “death metal”di.

Şimdi yine evde bir şişem var. Bardağa doldurmaya kıyamıyorum. İsli, hatta kömürümsü tadı çok uzun süre damakta kalıyor. Resmen kömür koktuğumu bile hissediyorum. Bunu içip birinin yanına sokulsam ve bütün gün sırtımda kömür taşıdığımı söylesem inanır, o derece. Ha bu arada 40 derece, alkol.

Damıtım evinin tarihçesi, turba ve bu viskiye etkileri, diğer çeşitleri gibi bir çok konuya değineceğimi sanıyordum ama şimdiden uzun bir yazı oldu. Merak ettiğiniz bir şey varsa yorumlarda tartışak.

Open Souls

Artık çocukluğumuzdaki bayramlar kalmadı. Çünkü kimse artık bize para vermiyor.

Yapay Zeka Sokağa İndi

Google’da kaşarlar diye arama yapınca “Bunu mu demek istediniz?” kısmında kızlar yazıyor.
Bana bak google! Benden sana bir abi nasihati. Artık nasıl karmaşık bir algoritman varsa resmen insanlaşmaya başladın, üstelik anladığım kadarıyla erkeksin. Ama ayağını denk al, bu yaptığın insanlığa yakışmaz. Ayıp oluyo bilesin. Hadi öptüm, yaz bana :*

Argo Google

Terbiyeli Pizza

Şu küçük dondurulmuş pizzaların bir sorunu var: Üzerlerinde çok az peynir var. Yarı otistik bir insan tek bakışta kaç adet rendelenmiş peynir parçası olduğunu sayabilir. Aslında amacım sadece bu tip hazır pizzaları zenginleştirmek değil. Herhangi bir pizzaya uygulandığında çok daha iyi sonuçlar alınacağına eminim.
Elimizde ev yapımı ya da dondurulmuş bir pizza var. Terbiyesi için bir adet yumurtayı çırpıp içine bir miktar zeytinyağı ekliyoruz ve kafi miktarda rendelenmiş kaşar peyniri veya dilediğiniz başka bir cins peynirle karıştırıyoruz. Bu arada fırınımızı ısıtmaya başlamıştık zaten.
Malzemeler     Karıştır
Bir çatal yardımıyla iyice yumurtaya bulanmış peynirleri alıp pizzamızın üzerine yerleştiriyoruz. Ne kadar koyacağımız tamamen zevkimize bağlı ama çok koyarsak cıvık olur. Kalan yumurtayı ise pizzanın üzerine dökmemeliyiz. Hem pişmeyecek ve hamuru daha fazla yumuşatacak hem de kenarlardan akacaktır. Isınmış fırınımızın tercihen ızgara tepsisine pizzamızı yerleştiriyoruz. Damlayacak olan yumurtaya karşı altındaki tepsiye alüminyum folyo seriyoruz. Daha önceden dersimizi aldığımız için gazete kağıdı sermiyoruz. Bu aşamada yumurtanın akmadan daha hızlı pişmesi için geçici bir süre ızgara ayarını kullanmayı önerebilirim. Ben öyle yaptım ama bilemiyorum. Kısa süre sonra hemen normal pişirme ayarına geçilmesi gerekiyor.
Pişmeye Hazır     Fırında
Pizzamız yeteri kadar piştikten sonra çıkarıyoruz ve tabağa alıp dilimliyoruz. Bu aşamada üzerine biraz kekik ve kırmızı biber koyuyoruz. Yok ben kekik sevmem falan anlamam, önemli o. Afiyet olsun!
Biraz yanmış     Tüketiniz

Dünya Lost Olmuş Be

Silah Çek
Hayatta iki temennim vardır:
1) Uzaylılar gelsin
2) Bir kaç arkadaşla ıssız bir adaya düşeyim
Bu yüzden Lost çok sevdiğim bir dizi. Ancak bir filmden beklediğim en temel özellik gerçekçi olmasıdır. İlerleyen bölümlerinde Lost’un bu özelliğini kaybetmeye başladığını düşündüm, çünkü insanlar arasında anlamsız çekişmeler, kavgalar, v.b. bir yığın gereksiz kişisel çatışmalar ortaya çıkmaya başladı. Sanki insanların derdi mis gibi tropik adada hayatta kalmak değil de birbirleriyle uğraşmakmış gibi. Sonra farkettim ki gerçek dünyanın da o ıssız adadan farkı yok. Hepimiz bir şekilde buraya gelmişiz. Neden geldiğimizi, ne kadar kalacağımızı, ne yapmamız gerektiğini bilmediğimiz, gizemlerle dolu bir ortamdayız. Bunu anlayıp birbirimize destek olarak bu macerayı atlatmaktansa anlamsız dertler ediniyoruz ve utanç verici şeyler yapıyoruz.

Ayran, Yoğurt

AyranAyranı çok severim. Hele yaz aylarında sürekli içip dururum. Terlemeyle oluşan su ve tuz ihtiyacımı giderir. Bence ayran açık kıvamlı ve hafif olmalı. Bazı ayranlar var ki ekmeğin üstüne sürüp yiyebilirsiniz! Hem de kalite adına… Çünkü adamlar yoğurdu esirgememiş. Yahu bu bir içecek. Beni ferahlatması lazım. Böyle olunca ferahlatmak bir yana adamı boğuyor. Yoğurtlar da aynı şekilde. Kalite adına o kadar yağlı yoğurtlar var ki krema mı yalıyorum yoğurt mu yiyorum belli değil. Bunlar da yeri geldiğinde güzel ama özel bir seçenek olarak sunulmalı bence. Oysa piyasadaki tüm yoğurtlar gittikçe koyulaşmaya başladı. Bırakın ferah ferah, sakız gibi yoğurt yiyelim yahu…

Televizyon Matinası

Televizyon MakinasıŞahan‘ın Okan Bayülgen taklidi yapması çok hoşuma gitti:) Nedense yıllardır Okan’ın dokunulmazlığı vardı. Herkes onu sever ve sayar. Sebebini anlamadığım bir şekilde, ismi zekayla özdeşleştirildi. İyi sanatçıların yanısıra yıllarca saçma sapan insanları programına çıkarıp tanıtımlarını yaptı. Buradaki ana fikir bu insanların çıkıp kendilerini rezil etmesini ummak ve bunu izlemek miydi tam anlamadım. İnsanların yüzüne telefon kapatma espirisini de anlayamadım. Hep telefon bağlantısı kesildikten sonra aslında görevlilerin konuşmaya devam ettiklerini, karşı taraftaki insana psikolojik destek verdiklerini hayal ettim. Bir de beklenmedik anlarda bağırması programı gece saatlerinde izlemeyi zorlaştırıyor. Bu yüzden kanal değiştirdiğim oldu.
Sonuçta kimin taklidini yaparsanız yapın komik olur. İşin o kısmında değilim. Sadece bu gizli dokunulmazlığın kalkmasından cesaret alarak içimi dökeyim dedim.

Hissedilen Sıcaklık da Nesi?

Fırtınanın gözüArtık hemen her hava durumu tahmininde günün en düşük ve en yüksek sıcaklığının yanı sıra hissedilen sıcaklık diye bir değer duyuyoruz. Hissedilen sıcaklık havadaki nem oranına göre hesaplanıyormuş. Devlet Meteoroloji İşleri’nin sitesinde bir de hissedilen soğukluktan bahsediliyor. Soğukluk diye bir kavram olmadığını sanıyordum ama devletin meteoroloji birimi söylediğine göre olabilir. Bu da rüzgarın hızına göre hesaplanıyormuş. Hissedilen sıcaklık lafını televizyonda ilk duyduğum anda izleyicinin ilgisini arttırmak için uydurulan bir kavram olduğunu düşündüm. Halen de öyle düşünüyorum, zira az önce verdiğim resmi bağlantıda da bunun gereksiz bir bilgi olduğundan bahsediliyor. Sonuçta birisinin hissedeceği sıcaklık genetik özelliklerinden psikolojisine kadar farklı ve çeşitli özelliklerine bağlı. Ayrıca bugüne kadar alıştığımız değer sisteminin karışık ve anlaşılmaz bir hale gelmesi söz konusu. Yani bana hava -4 derece olacak derseniz 26 yıllık tecrübelerime dayanarak bunun nasıl birşey olacağını bilirim. Bana hava -20 derece olacak derseniz bunun da nasıl birşey olacağını bilirim. Ama bana hava sıcaklığı -4 derece, hissedilen sıcaklık -20 derece olacak derseniz “Nasıl yani!?” derim. Bunun yerine hava sıcaklığı -4 derece olacak ve rüzgar orta kuvvette esecek dense daha iyi olur.
Hepinize donsuz geceler diliyorum.

Hazır limon suyu

Limon
Hazır limon suları çıktığından beri ne salatanın tadı kaldı ne votka limonun. Duyarlı işletme sahiplerini taze limon suyu kullanmaya davet ediyorum.

Teknostaljik

Eveet, bir konunun daha başına geldik sevgili okurlar. Teknoloji karşıtlığı veya nostaljinin yüceltilmesinden bahsedeyim dedim. Başlık için kusura bakmayın, kendimi tutamadım. Hani bazı insanlar müziği CD’den dinlemektense plaktan dinlemekten daha çok zevk alırlar. Bunun sebebi tabii ki sesin kalitesi değil, zannımca eski günlere duyulan özlemdir. Ya da e-posta göndermeyi aşağılamak ve mektubun ne kadar anlamlı olduğundan bahsetmek… E-posta ile her an her yerden sevdiklerimize ulaşabiliriz. Oysa eski günlerde sevdiğinizden gelen, kendi el yazısıyla yazdığı bir mektubun yarattığı heyecan apayrıydı. Halen mektup ayrı bir anlam taşır; sevdiğimiz, özlediğimiz insan o kağıda dokunarak yazmıştır herşeyden önce. Ama burada e-postayı aşağılamanın bir anlamı yok, hatta saçma. İstediğimiz an istediğimiz kişiye bir ileti gönderebilmek müthiş bir imkandır.
Benzer şekilde cep telefonundan bahsedelim. Eskiden eve gelince beni arayan var mı diye sorardım. Ya da evdeki birisi seni şu arkadaşın aradı derdi. Bu da güzel bir duyguydu ama sonra cep telefonu çıktı. İstediğimiz kişiyi istediğimiz zaman arayabilir olduk. Peki eski günlerdeki o duyguyu benden aldığı için ondan nefret mi etmeliyim? On yıl önce sana istediğin zaman istediğin insanın sesini duyma şansı verelim deseler ret mi ederdim?
50 yıl sonra direkt düşünerek bilgisayarınıza yazı yazabildiğiniz zaman, “eskiden ne güzel tıkır tıkır yazardık” diyeceksiniz.