Crash

crashDün Crash isimli, çok methedilen filme gittim. Tamam güzel film de… Duyduklarımdan ve okuduklarımdan yola çıkarak “İyi ve kötü nedir, iyi dediğimiz şey gerçekten iyi midir? Ya da tam tersi?” tarzı soruları sorduran, parçalı gibi görünen bir senaryosu olan fakat sonradan herşeyi yerli yerine oturtarak bizi hayran bırakacak bir kurgusu olan bir film sanmıştım. Fakat öyle değil; çok adi bir adam beş dakika sonra çok büyük bir iyilik yapabiliyor. Ya da çok iyi bir adam öyle bir an geliyor ki çok büyük bir hata, kötülük yapıyor. İyi kötü olayı bundan ibaret. Herhangi bir felsefi yanı yok. Senaryo da bir şekilde birbirleriyle karşılaşan farklı hayatlardan oluşuyor ama “vaaay” diyerekten bi çözüme ulaşma anı söz konusu değil. Bunlar filmin iddiaları arasında yer almıyordur zaten ama bazı amcalarımız ve ablalarımız bu şekilde anlatmışlar nedense…

Hayatıma Giren Bilgisayarlar

spectrum
4-5 yaşlarındayken Önder abime ait Sinclair Spectrum marka bilgisayarla lunaparkta ördek vurmaca gibi bir oyun oynardım. Çok net hatırlamıyorum ama Adam Asmaca da oynuyorduk sanırım. Bir süre sonra “Dur biraz kapatalım adaptörü çok ısınmış” derdi ve zaten ne yaptığımın farkına varamamış olmanın şaşkınlığıyla olay yerinden ayrılırdım. Adaptör kelimesini küçük yaşta öğrenmek zorunda kaldığım için yıllar boyunca “adaktör” diye dolanmışımdır.

amstrad
Bu da benim sahip olduğum ilk bilgisayar. Amstrad CPC464… Yaş takribi 10-11… Anadolu Liselerine hazırlık seti gibi bir kaset setim vardı, yaşı oradan hareketle söylüyorum. Yeşil ekranlı monitörü vardı. Yanında verilen kullanım kılavuzunda Basic program örnekleri vardı. Oturur 140 satır falan yazardım. Tabi şimdiki gibi değil; kitaptan bakıyorum, ekrana yazıyorum. Sonra da RUN yazıp çalıştırdım mıydı… Ne yaptığımı anlamasam bile şu anda aldığım kadar zevk alıyordum program yazmaktan. Ekranda bi takım çizgiler, daireler falan çıkıyodu. Düşünerek yazdığım ilk program ise sonsuza kadar saymaya yarıyordu. İlgili komutları Önder’den öğrenmiştim. Aradan zaman geçti unuttum. Sonra mantığı kurup tekrar yapabilmiştim.

atari
Orta 2’ye giderken yine Önder’in yukardaki Atari’siyle takılıyorduk. O bilgisayarı almasının amacı o zamanlar pek bulunmayan MIDI özelliklerine sahip olmasıydı. Gece geç vakitlere kadar Önder’in eve gelmesini bekliyordum. O gelince Twelve isimli programla kanal kaydı yapıyorduk. Bir de Korg M1 klavyesi vardı sanırım o zamanlar. Gelişmiş MIDI özelliği sayesinde Prince of Persia oyununu o zamanlar kimseye nasip olmayan müzikler ve seslerle oynuyordum.

amiga500
Amiga 500’le oyun oynama şansını da üst komşumuz Burak sayesinde yakaladım. Para biriktirip o zamanlar atari salonlarında oynadığım Final Fight (Guy, Cody, Haggar) oyununun disketini almıştım. Atari salonundaki gibi değildi tabi, çok bozulup disketi Burak’a hediye etmiştim. Bir de Burak’la paso Need For Speed oynuyorduk sanırım. Aha! Oynadığım ilk çok kullanıcılı oyun… Ekran ikiye bölünürdü ve yarışırdık. Tırların altından geçince “Yeeeehaaa” diye bağırıyodu şoför. O sesi halen duyabiliyorum. Fekat bi yukardaki Atari mi yoksa bu mu hayatıma daha önce girdi çıkaramadım valla.

amiga1200
Sonra da Yenal’ın Amiga 1200’ü… Bunda da Realms diye bi oyun oynuyoduk. Müzikleri çok süperdi, çok etkileniyoduk:)

Aradan uzun yıllar geçtikten sonra da Pc’dir Laptop’tur devam ediyoruz işte.

Ne güzel abimizdin sen MacGyver

macgyverİş icabı Ankara’da kaldığım evin posta kutusunun anahtarı yok. Elektrik ve su faturalarını hep kesme ihbarnamesi kapımıza bırakılınca ödüyoruz. Geçen haftasonu sokakta yürürken yerde bir saç tokası buldum. Hani şu iki ucu aynı hizada olacak şekilde bükülmüş, bir tarafı düz diğeri dalgalı, metal ve siyaha boyanmış olanlardan. Apartmana vardığımda arka cebimden tokayı çıkardım ve rutin bir iş yaparmış gibi tokayı posta kutusunun kilidine soktum. Biraz kurcalayıp çevirince kilit açıldı ve acayip birşey yapmış olmanın gururu ve hazzı tüm bedenime yayıldı :)
Aynı hareketi belki 10-15 yıl önce küçük bir çocukken de yapmıştım. İlham kaynağım tabii ki havuçtan bomba yapan hocamız MacGyver.
Olm Mak Gayvır’ın DVD’si çıkmış! macgyverondvd.com

DJ Olayını Çözdüm

Bildiğiniz gibi son yıllarda DJ’lik denen bir müessese yükselişe geçti. Genel olarak Rock müzikle büyümüş, efendime söyleyim klasik batı müziğinden rızkını almaya çalışan, klasik Türk müziğindeki koma denen arızalı notaların gizemiyle boğuşan gençler olarak ne zaman bir DJ görsek aramızda hep şu şekilde muhabbet başlar:
– N’apıyo abi şimdi bu?
– Valla ben de bilmiyorum ama o kadar insan izlediğine göre bi’şeyler yapıyo heralde.
– Olm Batu (DJ adıyla B++, liseden dostumuz) diyo ki çok zor bi’şeymiş.
– Aslında ben ona olayı sorucam da görüşemiyoruz.

Evet arkadaşlar… Sanırım ben olayı çözdüm. Biz olaya başından beri önyargılı yaklaşıyorduk. DJ denen insan müzisyen değil! Öyleyse müzik çalarken sahnede ne yapıyor? Anladığım kadarıyla, en basit haliyle, kimin yaptığı dinleyiciler tarafından pek önemsenmeyen dans parçalarını ortama en uygun sırayla ve en uygun tempoda plaktan çalıyor. Yani bizim alışageldiğimiz sahne performansından, müzisyenlikten, enstrumanistlikten daha farklı bir kavram. Bunu iyi bellersek bundan böyle hayatımızdaki problemlerden birini daha çözmüş olacağımızı düşünüyorum? (Biraz geç oldu ama…)

Çaydanlık Adamlara Dikkat

Yaz mevsiminin gelmesiyle çaydanlık adamlar da boy göstermeye başlayacaklar. Peki ama kimdir çaydanlık adam? Yaz sıcağında, otobüste ayakta dikilirken çenesinin altında her an düşmeye hazır ter damlası bulunan şahıstır. Bu haliyle kaynamakta olan suyun üzerinden alınan demliği andırdığı için çaydanlık adam adını almıştır. Hemen dibinde oturmakta olan şahıs için ciddi bir tehdit oluşturur. Üzerinize damlamak üzere olan ter damlasından kaçmak için hemen hemen hiç şansınız yoktur. Çünkü kendi halinde ayakta duran bir insana “Birader biraz öteye çekilir misin?” diyemezsiniz. Hadi dediniz diyelim; “Hayırdır?” diye sorduğunda yapacağınız açıklamayı çok merak ediyorum.
Yıllar önce bir deneyimim olmuştu. Sıcak bir yaz günüydü. Otobüste arkadaşımla oturur vaziyette yol alıyorduk. Tepemdeki çaydanlık adamı farketmemle benim için kabus dolu anlar başlamıştı. Bir yandan derdimi paylaştığım arkadaşımın gülüşüne tevazu içerisinde ayak uydurmaya çalışırken diğer yandan çaresizce kaderin kollarına bırakmıştım kendimi. Doğanın kararı kesindi; yerçekimine boyun eğen ter damlası koluma damlayıvermişti. Ama yılmadım. Mutlak çaresizliğin bende yarattığı travmayı atlatmayı başardım ve şimdi size sesleniyorum:
Yazın yaşa, kışın taşa oturma
Motoru bozarsın
Çaydanlık adamı hafife alma
Balatayı yakarsın

Hoş Espriler

Yenal bişey indirmiş internetten ondan bahsediyo:
ben – Nerden buldun lan onu? Kazaa’yla mı indirdin?
yenal – Yoo bilerek indirdim.

Burak’la Körfez Savaşı’nın müziğini duyuyoruz:
burak – Neydi ya bu enstrümanın adı?
ben – Ermeni düdüğü.
burak – Öyle alet mi olur lan!?
ben – Canım sözde Ermeni düdüğü.

Üniversiteye hazırlık döneminde Eray bana edebiyat çalıştırmaya çalışıyo. Bi yazarı bana hatırlatmaya çalışırken:
eray – Olm adı Ruhi, bari lakabını hatırla, neydi lakabı?
ben – Tuz.
(Gülmekten kırılmıştık. Bu tip espriler üzerine şöyle bir tezim var: Espriyi açıklamadan karşı tarafın anlamasına bırakırsanız karşı taraf anladığında çok daha fazla tepki veriyor. O anda küçük bir bulmaca çözmüş oluyor ve daha fazla haz duyuluyor. Mesela ben cevap olarak Tuz Ruhi deseydim o kadar komik olmazdı. Yapması gereken tek şey Ruhi’yi ruhu’yla değiştirmek olurdu. Ama diğer türlü daha süper oluyo yani işte…)

Şimdi aklıma geldi:
Voltran çizgi filminde elemanlar Voltran’ı oluştururken son olarak lider olan tipleme “Ben de başını oluşturucaaamm” diyodu. Hehe, küçükken kafa basmıyodu böyle şeylere ama çok komikmiş lan!

Körfez Savaşı Müziği

Halk arasında Körfez Savaşı’nın müziği olarak bilinen bi parça var. Peter Gabriel’in Passion albümünden The Feeling Begins…
Düşündüm de iğrenç lan! Aslında o niyetle söylemiyoruz ama sanki film izlemişiz de müziğinden bahsediyomuşuz gibi.

Orijinal Oyun Aldım

Dün hayatımda ilk defa orijinal bir PC oyunu satın aldım. Araba oyunlarının en iyisi olan Need For Speed – Porsche. 2000 yılında çıkan bir oyun olduğu için aylarca aramama rağmen bulamadım, netten indireyim dedim baktım o da zor. Dün dev bir teknoloji market gezdim ve orada rastladım. Baktım 17 YTL, aldım gitti. Windows XP’de çalışma problemi vardı, içinden çıkan kitapçıkla onun çözümüne de kavuştum. Aynı sorunla uğraşanlar varsa anlatayım:
CD’yi açıp Setup.exe dosyasını bulun ve sağ tıklayıp uyumluluk sekmesine gidin. Oradan Win 95/98 falan seçeneğini seçin ve tamam deyin. Sonra da çiftıklayıp kurun.
Oh be özlemişim valla. Hemen Factory Driver modunda 5-10 bölüm geçip rahatladım. Daha önce oynamadıysanız bunu öyle kolay bişey sanmayın haaa ;)

GMail Drive

Yeni “büyük biraderimiz” gmail’in kullanıcılarına sunduğu 2 GB’lık alan hoş girişimlerin ortaya çıkmasına neden olmuş. Bu program sayesinde Bilgisayarım kısmına hard-disk görünümlü bir ikon ekleniyor. Gmail kullanıcı adınız ve şifrenizle buraya girip bilgisayarınızda böyle bir disk varmış gibi dosya aktarımı yapabiliyorsunuz. Dosyaları kendi koyduğu özel mesaj konuları sayesinde görebiliyor. Bu da sadece kendi gönderdiği dosyaları görebilmesi demek oluyor. Gmail’deki upload limiti olan 10MB ile sınırlı. Daha büyük dosyalar için kullanıcıya çaktırmadan parçalara bölüp gönderebilir ve yaptığı özel isimlendirme sayesinde tek dosya gibi görüntüleyebilir. İndirmek istediğimizde de dosya parçalarını indirip yine kullanıcıya çaktırmadan birleştirebilir. Öneri olarak gönderdim ama ses çıkmadı, bakalım.
Google yakında bu tip girişimlere karşı önlem almaya başlayacaktır ama programın güncel versiyonlarıyla bu önlemler aşılabilir.

Birlikte Gidelim

İş yerim ve evim arasında çok uzun yol var. Ataköy – Kavacık. Ulaşım yolları bulmak için bir arama yaptım ve yolarkadasim.net isimli bir site buldum. Bir zamanlar birliktegidelim.com vardı, şimdi kapanmış. Fikir çok güzeldi, aynı yerden aynı yere gidenler benzin masrafını paylaşarak arabası olanın arabasıyla gidiyor. Heyecanla girmiştim bu yeni siteye de ama “Türkiyede ve dünyada bir ilk” sözleriyle pek iyi niyetli bir yerde olmadığımı anladım. Çünkü yukarda da bahsettiğim gibi bu bir ilk falan değildi. Hadi onu geçtim, hadi harbiden haberleri yoktu… Arama yapmak için bile üye olmanız gerekiyor. Artık bu boş beleş üye toplamanın modası geçti. Zaten sitede yer alan istatistiklere göre üye sayısı 5306, toplam ilan sayısı 903! Bunun tek açıklaması asıl amacın mümkün olduğunca çok insanın e-posta adresine ve kişisel bilgilerine sahip olmak olduğudur.
Neyse, asıl sinirlenip bu yazıyı yazmama neden olan mevzuya geleyim. Verilmiş bir ilana başvurmak istediğinizde altın üyelik dedikleri bir şeye geçmenizi istiyorlar. O da eskiden ücretliymiş de artık trafik sorununu çözmeye yardımcı olmak için ücretsiz yapmışlar. Her neyse abicim, artık ücretsiz olan bu üyelik mertebesine ulaşmak için TC kimlik numaranızı vermeniz gerekiyor. Bunun da gerekçesi herhangi bir suç durumunda, örneğin bindiğiniz araçtaki kişiye saldırmanız durumunda size ulaşılabilmesi. Bir yandan insana güven de vermiyor değil ama hiç kimseye TC kimlik numaramı vermeye niyetli değilim. Özellikle yukarıda verdiğim istatistiklere sahip bir yere…

Güncelleme : Site sahibinden gelen cevap için yorumlara bakınız.