Tatil
Fotoğraflar için tıklayın.
Küçükken sokaktan gelincik çiçekleri toplayıp evde gelincik şurubu yapardık; askerdeyken aklıma geldi. Tam hatırlamıyorum ama yapraklarını koparıp su dolu bi şişeye koyuyoduk, içine biraz da limon tuzu atıyoduk. Sonra cam kenarında bi kaç gün güneşte bekletiyoduk. Vay be dedim ne günlerdi… Hiç huyum değildir ama bir de şiir varmış bu konuda:
GELİNCİK ŞURUBU
Şu ölen çocuklar var ya
Sana bana dünyaya …
İlikleriniz donduğunda kışın
Bir kaşık umut gerektiğinde
O şişe gelecek aklınıza
Pencerenin önünde duran
Güneşte
Gelincik …
CAN YÜCEL
Ayranı çok severim. Hele yaz aylarında sürekli içip dururum. Terlemeyle oluşan su ve tuz ihtiyacımı giderir. Bence ayran açık kıvamlı ve hafif olmalı. Bazı ayranlar var ki ekmeğin üstüne sürüp yiyebilirsiniz! Hem de kalite adına… Çünkü adamlar yoğurdu esirgememiş. Yahu bu bir içecek. Beni ferahlatması lazım. Böyle olunca ferahlatmak bir yana adamı boğuyor. Yoğurtlar da aynı şekilde. Kalite adına o kadar yağlı yoğurtlar var ki krema mı yalıyorum yoğurt mu yiyorum belli değil. Bunlar da yeri geldiğinde güzel ama özel bir seçenek olarak sunulmalı bence. Oysa piyasadaki tüm yoğurtlar gittikçe koyulaşmaya başladı. Bırakın ferah ferah, sakız gibi yoğurt yiyelim yahu…
Şahan‘ın Okan Bayülgen taklidi yapması çok hoşuma gitti:) Nedense yıllardır Okan’ın dokunulmazlığı vardı. Herkes onu sever ve sayar. Sebebini anlamadığım bir şekilde, ismi zekayla özdeşleştirildi. İyi sanatçıların yanısıra yıllarca saçma sapan insanları programına çıkarıp tanıtımlarını yaptı. Buradaki ana fikir bu insanların çıkıp kendilerini rezil etmesini ummak ve bunu izlemek miydi tam anlamadım. İnsanların yüzüne telefon kapatma espirisini de anlayamadım. Hep telefon bağlantısı kesildikten sonra aslında görevlilerin konuşmaya devam ettiklerini, karşı taraftaki insana psikolojik destek verdiklerini hayal ettim. Bir de beklenmedik anlarda bağırması programı gece saatlerinde izlemeyi zorlaştırıyor. Bu yüzden kanal değiştirdiğim oldu.
Sonuçta kimin taklidini yaparsanız yapın komik olur. İşin o kısmında değilim. Sadece bu gizli dokunulmazlığın kalkmasından cesaret alarak içimi dökeyim dedim.
Artık hemen her hava durumu tahmininde günün en düşük ve en yüksek sıcaklığının yanı sıra hissedilen sıcaklık diye bir değer duyuyoruz. Hissedilen sıcaklık havadaki nem oranına göre hesaplanıyormuş. Devlet Meteoroloji İşleri’nin sitesinde bir de hissedilen soğukluktan bahsediliyor. Soğukluk diye bir kavram olmadığını sanıyordum ama devletin meteoroloji birimi söylediğine göre olabilir. Bu da rüzgarın hızına göre hesaplanıyormuş. Hissedilen sıcaklık lafını televizyonda ilk duyduğum anda izleyicinin ilgisini arttırmak için uydurulan bir kavram olduğunu düşündüm. Halen de öyle düşünüyorum, zira az önce verdiğim resmi bağlantıda da bunun gereksiz bir bilgi olduğundan bahsediliyor. Sonuçta birisinin hissedeceği sıcaklık genetik özelliklerinden psikolojisine kadar farklı ve çeşitli özelliklerine bağlı. Ayrıca bugüne kadar alıştığımız değer sisteminin karışık ve anlaşılmaz bir hale gelmesi söz konusu. Yani bana hava -4 derece olacak derseniz 26 yıllık tecrübelerime dayanarak bunun nasıl birşey olacağını bilirim. Bana hava -20 derece olacak derseniz bunun da nasıl birşey olacağını bilirim. Ama bana hava sıcaklığı -4 derece, hissedilen sıcaklık -20 derece olacak derseniz “Nasıl yani!?” derim. Bunun yerine hava sıcaklığı -4 derece olacak ve rüzgar orta kuvvette esecek dense daha iyi olur.
Hepinize donsuz geceler diliyorum.
Hazır limon suları çıktığından beri ne salatanın tadı kaldı ne votka limonun. Duyarlı işletme sahiplerini taze limon suyu kullanmaya davet ediyorum.
Gece su içmek için yataktan kalkıp mutfağa gittin. Evde senden başka uyanık kimse yok. Dışarısı da soğuk ve sessiz. Normalde herkes gibi suyunu içip yatağına dönersin. Bu sefer dur. Hareketsiz kal ve çevrene yavaşça bir bak. Elde ne var bir değerlendirelim.
Atom denilen, gözle görülemez parçalardan oluşuyorsun.
Çevrendeki cisimler de aynı şekilde…
Bu garip görünüşlü cisimleri günlük hayatta kullanıyorsun ama şimdi ilk defa görüyorsun gibi.
Pencereden dışarı bak. Kocaman bir dünya var.
Ama içerisi bile çözemediğin sorularla dolu.
Orada ne işin var ve sen kimsin?
Bütün bu olanlarla atomların ne alakası var?
Ağır iş makinaları çalışma yaparken bazı insanlar dikilip bunlara bakarlar. Bazı insanlar da alaycı bir ifadeyle bu insanlara bakar ve çeşitli kınama cümleleri sarfedip gülümserler. Açın da kendi kıçınıza gülün. Bir insan bir iş makinesini neden seyreder? Çünkü orada günlük yaşamında göremeyeceği bir şeyler olmaktadır. Mühendislik eseri bir makine olağanüstü bir enerji üretmektedir ve üstün hareket kabiliyetiyle tonlarca maddenin yerini değiştirebilir. İlginizi çekmedi mi? Neden? Çünkü şehir yaşamı içinde duyarlılığınızın çoğunu kaybetmişsiniz. Anca kendi işinize bakıyor, başka şeylerle ilgilenmiyorsunuz. Her fırsatta yüceltilen ve insanlığın bugünlere gelmiş olmasını sağlayan (bu iyi mi tartışılır) merak duygusu sizden silinmeye başlamış.
En alakasız amcanın bile televizyonda uzayla ya da robotlarla ilgili bir haber çıktığında dikkatle izlemesi, saçımı kesen berberin bilgisayar programlamanın nasıl yapıldığını sorması… Bunlar içimde hep tebessüm oluşturan, insanlığın yolunda gittiğini görüp mutlu olduğum şeyler. Evet, iş makinalarını seyretmek de öyle…
Eveet, bir konunun daha başına geldik sevgili okurlar. Teknoloji karşıtlığı veya nostaljinin yüceltilmesinden bahsedeyim dedim. Başlık için kusura bakmayın, kendimi tutamadım. Hani bazı insanlar müziği CD’den dinlemektense plaktan dinlemekten daha çok zevk alırlar. Bunun sebebi tabii ki sesin kalitesi değil, zannımca eski günlere duyulan özlemdir. Ya da e-posta göndermeyi aşağılamak ve mektubun ne kadar anlamlı olduğundan bahsetmek… E-posta ile her an her yerden sevdiklerimize ulaşabiliriz. Oysa eski günlerde sevdiğinizden gelen, kendi el yazısıyla yazdığı bir mektubun yarattığı heyecan apayrıydı. Halen mektup ayrı bir anlam taşır; sevdiğimiz, özlediğimiz insan o kağıda dokunarak yazmıştır herşeyden önce. Ama burada e-postayı aşağılamanın bir anlamı yok, hatta saçma. İstediğimiz an istediğimiz kişiye bir ileti gönderebilmek müthiş bir imkandır.
Benzer şekilde cep telefonundan bahsedelim. Eskiden eve gelince beni arayan var mı diye sorardım. Ya da evdeki birisi seni şu arkadaşın aradı derdi. Bu da güzel bir duyguydu ama sonra cep telefonu çıktı. İstediğimiz kişiyi istediğimiz zaman arayabilir olduk. Peki eski günlerdeki o duyguyu benden aldığı için ondan nefret mi etmeliyim? On yıl önce sana istediğin zaman istediğin insanın sesini duyma şansı verelim deseler ret mi ederdim?
50 yıl sonra direkt düşünerek bilgisayarınıza yazı yazabildiğiniz zaman, “eskiden ne güzel tıkır tıkır yazardık” diyeceksiniz.
Biliyorsunuz, teoriye göre hayat suda başlamıştır. Size acayip bi’ şey söyleyim mi… Bizim için suyun tadının, kokusunun olmamasının sebebi… Ondan geliyor olmamız olsa! Amatörce bilimsel bir teori üretmeye çalışmıyorum; daha çok sembolik, şiirsel bir şey…
Bunu daha net nasıl ifade edebilirim? Renginin de olmaması!
Son Yorumlar