Arşiv: 'Akıl Fikir'

Belgesel

MotorcularrrYaklaşık sekiz senedir televizyon karşısında geçirdiğim zamanın yarısından fazlasında Discovery Channel ya da National Geographic izliyorum. Ama hiç birşey öğrenmedim! Adamların günahını almayayım; muhakkak çok faideli programlar var, ama “Barış sekiz senede ne öğrendin?” diye sorsanız bişey diyemem yani.

Telgrafın Telleri

Bazı download sitelerinde indirmek istediğimiz dosya için bulunduğumuz ülkeye yakın bir yer tercihi yapmamız istenir. Böylece bulunduğumuz yere yakın bir sunucudan daha çabuk bir şekilde indirme işlemini yapmamız mümkün olur. Örneğin Kuzey Amerika yerine Yunanistan seçersem dosyanın daha hızlı bir şekilde gelmesini bekliyorum. Fakat öyle olmuyor :) Amerika’yı seçince genelde daha çabuk geliyor dosyalar. Demek ki bu iş bilgisayarların birbirine yakınlığından çok ülkelerin güçleriyle ilgili ;)

Trafiği Rahatlatacak Projem

Dört kişi bir arabaya binip dolaşıcaz. Hepimizin birer beyzbol sopası olacak. Geçen haftasonu Sirkeci’de gördüm, çok sert aletler, kodumu oturtur. Sıkışık trafikte İETT durakları veya çeşitli yan yollara geçiş için tahsis edilmiş boş yollara dalıp tekrar ana yola açılan diğer ucundan kaynak yapmaya çalışan araçları durdurucaz. Dört kişi birden ellerinde sopalarla arabadan inip ilgili araca doğru yürümeye başlayacak. Muhabbete “Çakal mısın lan sen?!” şeklinde girilecek. Geri kaçanlar veya “Abi eşeklik ettim kusura bakma” diyenler az kovalanıp salınacak. Direnenlere ise ayna, far, tampon girişilecek. Arkadan aynı yola girmiş olanlar da öndekinin harcanmasıyla oraya sıkışmış olacaklar.
Ya da buralara trafik polisi koyun kardeşim!

Körfez Savaşı Müziği

Halk arasında Körfez Savaşı’nın müziği olarak bilinen bi parça var. Peter Gabriel’in Passion albümünden The Feeling Begins…
Düşündüm de iğrenç lan! Aslında o niyetle söylemiyoruz ama sanki film izlemişiz de müziğinden bahsediyomuşuz gibi.

Asansör Çelmecesi

Halatları kopmuş bir asansörde yol alırken yere çarpmadan hemen önce zıplarsak ne olur? Yıllardır tartışılan bu konuda genel kanı zıplayan insanın kurtulacağıdır. Geçen gün pek çok şeyi kendisinden öğrendiğim kuzenimin de bu şekilde düşündüğünü görünce bu konuyu artık aydınlatayım dedim. Böyle bir durumda zıplayarak gebermiş oluruz. Bunun farklı sebeplerini kısaca anlatayım.
İlk evvela düşen asansörün tabanından destek alarak kendimizi yukarıya itmemiz, yani zıplamamız biraz zor. Zaten yerçekimi doğrultusunda hava sürtünmesinden başka bir engel olmadan ilerleyen asansörü bacaklarımızla aynı dorultuda ittirmek ancak asansörün daha da hızlanmasına yol açacaktır (bunun mümkün olduğundan da emin değilim). Bu sırada kafamız da tavana çarpabilir.
Yok diyelim ki zıplayabiliyoruz. Olayın arka planını ele alırsak, yani enerji bazında düşünürsek basitçe sonuca varabiliriz. Saniyede iki metre hızla düştüğümüzü varsayalım. Bu karşı koyabileceğimizden oldukça yüksek bir enerji gerektirir. Zıplayarak ters yönde ilerlemek için ürettiğimiz enerji ise bizi yeteri kadar yavaşlatmaya asla yetmeyecektir.
Bu soru şu şekilde sorulursa daha mantıklı olabilir: Çok yüksekten düşen ve son hızına ulaşmış, üstü açık bir asansörde ne kadar kuvvetle zıplarsak düşme hızımızı sıfıra yaklaştırabiliriz? Bu mümkünse şüphesiz yine insan üstü bir güç gerektirecektir.
Bu arada bunları mantığıma dayanarak sallıyorum. Fizik bilgisi olan biri düzeltirse iyi olur.
Not: Discovery Channel’da izlediğim bir programa göre dünyada asansör halatı kopma olayı yalnızca bir kaç kez yaşanmış. Bunların sebepleri ise apartmana uçak çarpması gibi olaylarmış.

Bakış Açısı

Otobüste düşündüm: Diyelim ki otobüsteki görevli (host) bir koltuğa oturdu ve servis düğmesine bastı. İşte bu anda evren birden kendi içine çökebilir. Çünkü adam kendini çağırıyo ve kendisi zaten orada. Yoksa adam sonsuz bir döngüye mi girdi?
Eheh, tabi ki böyle değil. Adam sadece oturmuş ve tepesindeki kırmızı bir düğmeye basmış. Kimsenin gelip gideceği yok. Olaylara fazla felsefi yaklaşmamak lazım. Ayrıca ortada döngü falan yok. Yani adamın sürekli bir hareketi tekrarlaması söz konusu değil.
Nuhoha kandırdım! Tabi ki adam sonsuz döngüye girdi. Yaptığı hareket yok dedim ama adam bekliyor. Ve beklemeyi sonlandıracak şey kendisinin gelmesi olduğundan ve de kendisi zaten orada olduğu için gelmesi mümkün olmadığından sonsuza kadar bekleyecek.
Ehue, yine kandırdım! Niye beklesin lan, kalkar gider yatar.

Tüm bunlardan çıkaracağımız sonuç: Vaktiyle seyahatinizi edin, fazla geç saate kalmayın.

Müzik Nedir?

Müzik evrensel bir dildir. Şaka len şaka :) Herkesin hoşuna gidebilir ancak bazı insalarda tarifsiz duygu yoğunluğuna neden olabilir. Bunlara kısaca müzikten anlayan insan da denebilir. “Anlamak”tan kastım bilgi ve analiz becerisi değil; hissetmek… Bunun zamanla mı kazanıldığı, doğuştan mı geldiği hakkında pek fikrim yok. Belki her iki nedenden dolayı ortaya çıkabiliyordur.

İki farklı duygu olduğunu düşünüyorum. Birincisi üst üste gelen ve arka arkaya dizilen seslerin (notaların) verdiği duygu, ikincisi ise ritmin verdiği duygu. Evet, bence bunlar farklı şeyler. Müzik denilince akla gelen notalardır ancak bir perküsyon solosuna müzik dememek de mümkün değil. Bazılarının “E vurmalı çalgılarda da nota var” dediğini duyar gibi oluyorum. Aslında daha önce duydum. Fakat vurmalı çalgılardan aldığımız hissiyatı buna bağlayamayız. Zira sabit bir sesle çalınan vurmalı çalgı yine içimizde birşeylerin “kıpraşmasına” yol açacaktır.

Bazen çalan müzik, onu anlayan insanın ağzının yüzünün yamulmasına, garip vücut hareketlerine sebep olur. Mesela bir enstrüman çalan ve çaldığını anlayan bir insan sanki birşey anlatmak istiyormuş ya da ağzı, kolu, bacağı olan bir enstrümanmış gibi davranabilir. Sakın korkmayın. Bence bunun sebebi müziğin adeta farklı bir dünyanın dili olması, verdiği duyguların başka türlü anlatılamayacak olması ve bu durumla karşılaşan insanın hislerini ifade etmeye çalışmasıdır. Hissettiklerini dünyamıza uygun olarak gerçekleme isteği de denebilir. Bu sonradan kazanılan bir alışkanlık da olabilir. Yani izlediği diğer müzisyenler aynı hareketi yapıyordur ve o da bir nevi taklit ediyordur. Ancak bu durumdaki insan ne yapacağını önceden düşünmez. Buna sebep olan duygu yoğunluğudur. O yüzden böyle bir taklit mekanizması olduğunu sanmıyorum.

Şu ana kadar salt müzikten bahsettim. Yani işin içine sözleri, şarkı konusunu katmadım. O da ayrı bir konu; yukarıda bahsettiklerim ve gerçek dünyadan bazı duyguların oluşturduğu bir karışımdır belki.

Rakı ve su

Geçen gün düşündüm de rakı içtikten sonra çoğu insan arkasından hemen su içiyor. Zaten rakı servis edilirken de iki bardak geliyor. Biri rakı diğeri su için. Demek ki bu çok yaygın ve normal birşey ama ben anlayamıyorum. Zaten içtiğin rakının en az yarısı (o da delikanlıysan) su. Buna bile katlanamayıp üzerine su içiyosan sen niye içiyosun ki bunu? İçmeye alışık olmayan bir insandan beklenir ama harbi alemciyim diye takılan böyle çok insan var!?

Kırmızı Kart

Anladığım kadarıyla futbol maçlarında haakem bir oyuncuya kırmızı kart gösterecekse bunu yüzüne karşı yapmak zorunda. Yani futbolcunun kırmızı kart gördüğünü gerçekten bilmesi gerekiyor. Bazen futbolcular “Yaa bırak hocam yaa!” der gibi arkalarını dönüp bi trip atıyolar; hakem de hemen “Hüoop! Nereye birader?!” der gibi bi hareketler yapınca futbolcu da paşa paşa kırmızı kartı seyrediyor.
Keşke bu da oyunun bi parçası olsaydı ve hakem kovalasa, oyuncu da kaçsaydı :D Mesela hakem yakalayamadı mı adamı; adam kurtulsa kırmızı kart görmekten… “Gösteremedin ki bana ne!” der gibi oynamaya devam etse…